Geçip Giden Bir Ömür…
Bu gün daha iyi hissediyorum, üstümdeki fanilik gömleğini. Ve dönüp bakıyorum arkama: koca bir çer çöp yığını, söndürülmemiş yangınlar, doymak bilmez uçurumlar, kurumuş kalmış kalmış gül bahçeleri, tayfuna uğramış ekin alanları …
Ey ömrüm! Bunlar mıydı bana armağanın?
Hangi dağın kahrına yaslandım ki ruhum bunca paramparça?
Hangi acıya daldırdım ki kovamı, şakaklarım bembeyaz?
Hangi hazzın alevine tuttum ki, yüreğimi, kalp fanusum simsiyah?
Hangi yasak meyveye kaç kez uzandım ki, ruh hamurum kaskatı? Dünya ah, yaslandıkça kaykılan sinsi güzel.
Doyumsuz hevesler icad eden arsız tilki!
Hep çığ düşmüş bakışlar mı bırakırsın bize ?
Hep fanilik köpüren sular mı akar ırmaklarından?
Hep acılara tanıklık mı edecek meydanların, sokakların?
Dünya, ah sana yaslanan hangi varlık gözlerindeki ışıltıyı yitirmedi?
Kalbi yerinden oynatan hangi güzellik dönüp bakılmayacak denli pörsümedi?
Hangi evrensel aşkın tutkunları muratlarına ermeyi başardıktan sonra toprağın altına yürüyebildi?
Dünyayı kahır ve kudret pençeleriyle titreten hangi hükümdar ölümsüzlük iksiri peşinde ömür tüketti de yeryüzünde ki sayılı nefes alış verişini uzatabildi?
Hangi tutkunun gümrah ırmağı, zamanın kavurucu güneşi altında direndi de kurumadı.
Dünya! Hep bildik akışınla kuşatarak kaderimizi bizi mukadder sınırların dar alanına hapseyledin!
Hayatın hep gerçek yüzünü örterek bizi allı pullu oyuncaklarınla oyaladın, avladın?
Biz yalnızca dünyaya dönük yaşadıkça, hiçbir zaman hayat bize öte yüzünü göstermeyecektir yazık ki!
Yazık ki akıp giden zaman ırmağı, bağrımızdan bir ölümsüzlük ağacı yeşertmeyecek.
Yazık ki hep çilesi çekilmemiş ümitlerle yaşayacağız.
Yazık ki en güzel şiirleri, şarkıları söylemeyi hep yarınlara erteleyeceğiz.
Yazık ki ömrümüzün kurak çölünden hiçbir zaman bir nil bereketi fışkırmayacak.
Yazık ki hiç ulaşılmayacak bir yer altı madeninin hep hüznünü yaşayacağız.
Yazık ki bizi gözeten, kollayan, koruyan, bizden hakkıyla memnun olmayacak.
Ve bir sabah uyanacağız ki bütün aynalarda kış.
Ve bir gün bakacağız ki feri sönmüş gözlerimizin.
Ve bir gün damarlarımızdaki çılgın deveran , yerini ölgün bir titremeye bırakacak.
Artık tabiat sofrasından üstümüze gülücükler saçılamayacak.
Ve gizli bir el yavaşça söndürüverecek kandilini ömrümüzün.
Öyleyse kalkıp dünyanın eğip büküşüne, sömürüp hırpalayışına baş kaldırmalı.
Hayatın ürküten kısalığı içinde ötelere bir pencere açmalı.
Nasıl olsa geçip gidecek bir ömrü, bir çekirdekten; her mevsim meyve veren ağaca çevirmeli.
Yazgımızın bizim yürüyüşümüzle çiçeklenecek kesitini dolu dolu yaşamalı.
Gölgemizin değdiği zaman kesiti bizden kokular, tatlar saçmalı hayata.
Ardımızda minnetle anılacağımız nice çiçek bahçesi bırakmalı.
Çünkü “Dünya, bir ağaç gölgesinde dinlendikten sonra kalkıp yolumuza devam edecek kadar geçici.”
Hiçbir sızlanışa, aman dileyişe karşı kılını kıpırdatmayacak kadar umursamaz ve katı …
Bu gün daha iyi hissediyorum, üstümdeki fanilik gömleğini. Ve dönüp bakıyorum arkama: koca bir çer çöp yığını, söndürülmemiş yangınlar, doymak bilmez uçurumlar, kurumuş kalmış kalmış gül bahçeleri, tayfuna uğramış ekin alanları …
Ey ömrüm! Bunlar mıydı bana armağanın?
Hangi dağın kahrına yaslandım ki ruhum bunca paramparça?
Hangi acıya daldırdım ki kovamı, şakaklarım bembeyaz?
Hangi hazzın alevine tuttum ki, yüreğimi, kalp fanusum simsiyah?
Hangi yasak meyveye kaç kez uzandım ki, ruh hamurum kaskatı? Dünya ah, yaslandıkça kaykılan sinsi güzel.
Doyumsuz hevesler icad eden arsız tilki!
Hep çığ düşmüş bakışlar mı bırakırsın bize ?
Hep fanilik köpüren sular mı akar ırmaklarından?
Hep acılara tanıklık mı edecek meydanların, sokakların?
Dünya, ah sana yaslanan hangi varlık gözlerindeki ışıltıyı yitirmedi?
Kalbi yerinden oynatan hangi güzellik dönüp bakılmayacak denli pörsümedi?
Hangi evrensel aşkın tutkunları muratlarına ermeyi başardıktan sonra toprağın altına yürüyebildi?
Dünyayı kahır ve kudret pençeleriyle titreten hangi hükümdar ölümsüzlük iksiri peşinde ömür tüketti de yeryüzünde ki sayılı nefes alış verişini uzatabildi?
Hangi tutkunun gümrah ırmağı, zamanın kavurucu güneşi altında direndi de kurumadı.
Dünya! Hep bildik akışınla kuşatarak kaderimizi bizi mukadder sınırların dar alanına hapseyledin!
Hayatın hep gerçek yüzünü örterek bizi allı pullu oyuncaklarınla oyaladın, avladın?
Biz yalnızca dünyaya dönük yaşadıkça, hiçbir zaman hayat bize öte yüzünü göstermeyecektir yazık ki!
Yazık ki akıp giden zaman ırmağı, bağrımızdan bir ölümsüzlük ağacı yeşertmeyecek.
Yazık ki hep çilesi çekilmemiş ümitlerle yaşayacağız.
Yazık ki en güzel şiirleri, şarkıları söylemeyi hep yarınlara erteleyeceğiz.
Yazık ki ömrümüzün kurak çölünden hiçbir zaman bir nil bereketi fışkırmayacak.
Yazık ki hiç ulaşılmayacak bir yer altı madeninin hep hüznünü yaşayacağız.
Yazık ki bizi gözeten, kollayan, koruyan, bizden hakkıyla memnun olmayacak.
Ve bir sabah uyanacağız ki bütün aynalarda kış.
Ve bir gün bakacağız ki feri sönmüş gözlerimizin.
Ve bir gün damarlarımızdaki çılgın deveran , yerini ölgün bir titremeye bırakacak.
Artık tabiat sofrasından üstümüze gülücükler saçılamayacak.
Ve gizli bir el yavaşça söndürüverecek kandilini ömrümüzün.
Öyleyse kalkıp dünyanın eğip büküşüne, sömürüp hırpalayışına baş kaldırmalı.
Hayatın ürküten kısalığı içinde ötelere bir pencere açmalı.
Nasıl olsa geçip gidecek bir ömrü, bir çekirdekten; her mevsim meyve veren ağaca çevirmeli.
Yazgımızın bizim yürüyüşümüzle çiçeklenecek kesitini dolu dolu yaşamalı.
Gölgemizin değdiği zaman kesiti bizden kokular, tatlar saçmalı hayata.
Ardımızda minnetle anılacağımız nice çiçek bahçesi bırakmalı.
Çünkü “Dünya, bir ağaç gölgesinde dinlendikten sonra kalkıp yolumuza devam edecek kadar geçici.”
Hiçbir sızlanışa, aman dileyişe karşı kılını kıpırdatmayacak kadar umursamaz ve katı …