büyük sahâbîlerle görüşmesi, onlardan birçok hadis alması ve bu sayede ilminin artıp ufkunun genişlemesidir (İbn Hacer el-Askalâni, el-İsâbe, IV, 204).
d) Dördüncü sebep: Hz. Peygamber'in vefâtından sonra uzun süre yaşamış olmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber'den sonra kırkyedi yıl yaşamış, hadisleri halk arasında yaymakla meşgul olmuştur (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadis, ve'l-Muhaddisûn, Kahire 1958, 134).
Bütün bunların neticesinde Ebû Hureyre, Sahâbe içerisinde hadisi en iyi bilen, hadis almada ve rivâyet etme hususunda diğerlerinden daha üstün bir duruma gelmiştir. Onun rivâyet ettiği hadisler, diğer sâhâbilerde veya birçoğunda dağınık halde bulunuyordu. Bu yüzden onlar Ebû Hureyre'ye başvuruyor, hadis rivâyetinde ona dayanıyorlardı. İbn Ömer, onun cenaze namazında, ona ALLAH'tan rahmet dileyerek, "Hz. Peygamber'in hadisini müslümanlar adına muhâfaza ediyordu" demiştir (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 340). Buhâri, 'Ebû Hureyre'den 800 kadar sahâbe ve tâbiîn âlimleri hadis rivâyet etmişlerdir' diyor (İbn Hacer, a.g.e., IV, 205).
Kendisinden beşbinüçyüzyetmiş dört hadis gelmiş, bunlardan üçyüzyirmibeş tanesini Buhâri ve Müslim müştereken, doksanüç tanesini yalnız Buhâri, yüzseksendokuz hadisini de yalnız Müslim Sahîh'lerine almışlardır (Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 134).
Ebu Hureyre, asırlar boyunca tetkik ve tenkid konusu olmuştur. Gerek Doğu dünyasında gerek Batı dünyasında Ebû Hureyre hakkında ileri geri konuşulmuştur. Bunun sebebi, keyif ve arzulara karşı gelen dine yönelik hile ve tuzakları sonuçsuz bırakan bir kısım hadislerinden kurtulmak istenmesidir. Bu hücumlar ya yalan ve zayıf rivâyetlere, ya da bazı sahîh hadislere dayanır. Fakat bu tür sahîh hadisleri de doğru-dürüst anlayamazlar, bu yüzden de kendi arzuları doğrultusunda yanlış yorumlara başvururlar
(Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 153; el-Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e., III, 5 1 3). Bu hadislerden bir kısmını ve cevaplarını özet olarak verelim:
Ebû Hureyre'nin hadis konusundaki güvenilirliğine gölge düşürecek şüphe kaynaklarından biri, onun Rasûlullah (s.a.s.)'den: "Bir kimse Ramazan ayında cünüp olarak sabahlarsa, o gün oruç tutmasın " hadisini nakletmesi ve halka bu yolda fetvâ vermesidir. Onun böyle rivâyet ettiğini Âişe ve Ümmü Seleme haber alınca, onun bu rivâyetini kabul etmemişler, şöyle demişlerdir: "Hz. Peygamber ailesiyle birlikte olması neticesinde cünüp olarak sabahlar, sonra da boy abdesti alıp orucunu tutardı." Bunun üzerine Ebû Hureyre onların dediklerini kabul etmiş ve demiştir ki: "Bu hadisi bana Fadl b. Abbâs ile Üsâme b. Zeyd Hz. Peygamber'den nakletmişlerdi. Mü'minlerin anneleri ise bu gibi konuları erkeklerden daha iyi bilirler" (Buhâri; Savm, 23; İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, Mısır 1300, IV, 123-124; Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., 155).
Buna şu cevap verilmiştir: Ebû Hureyre sözkonusu hadisi Rasûlullâh (s.a.s.)'den kendisi işitmemiştir. Hadisi Fadl ve Üsâme vasıtasiyle rivâyet etmiştir. Bu iki sahâbî ise doğru ve güvenilir kişilerdir. Âişe ile Ümmü Seleme'nin hadisi, onun yanında ağırlık kazanınca, onların rivâyetine dönmüş, hakka uyarak önceki fetvâsından vazgeçmiştir (İbn Hacer, a.g.e., IV, 126; M. Eba Zehv, a.g.e, 155). Fadl ve Üsâme'nin naklettiği hadise gelince, âlimler bu konuda şunları söylediler: Birincisi, bu hadis kendisinden daha kuvvetli hadisle çelişmektedir; dolayısıyle onunla değil kuvvetli olanla amel edilir. İkincisi, bu iki sahâbînin hadisi orucun farz kılındığı dönemin başlarına aittir. O sırada oruçlunun uyuduktan sonra yemesi, içmesi, cinsel münasebette bulunması haramdı. Daha sonra ALLAH'tan yeri ağarıncaya kadar bütün bunları mübah kıldı. Onun için karı-koca ilişkisi sabaha kadar devam ederdi. Fecrin doğuşundan sonra da yıkanması gerekmekteydi. Bu da gösteriyor ki Âişe ile Ümmü Seleme'nin naklettiği hadisin hükmünü neshetmiştir. Ne Fadl ile Üsamenin ne de Ebû Hureyre'nin bu son hükmü bildiren hadisten haberleri vardı. Bu yüzden Ebû Hureyre hâlâ önceki hadise göre fetvâ vermeye devam ediyordu. Kendisine bu haber ulaşınca da bu fetvâsından dönmüştür (İbn Hacer, a.g.e., IV, 127-128). İbn Hacer şöyle der: "Ebû Hureyre'nin hakkı teslim edip ona dönmesi onun faziletini gösterir" (a.g.e. ve yer; Kastallâni, İrşâdü's-Sârı, Mısır 1326. IV, 443; M. Ebû Zehv, a.g.e., 155).
Bir başka itiraz da şudur: Ebû Hureyre hadis rivâyet ederken tedlis yapardı (Hz. Peygamber'den duymadığı bir hadisi kendisine rivâyet eden şahsın ismini vermeyerek, Hz. Peygamber'den rivâyet ederdi). Meselâ, yukarıda geçen "cünüp olarak sabahlayan kimseye oruç tutmak yoktur" hadisinde durum böyledir. Tedlis yapmak ise yalan söylemenin kardeşidir (İbn Kesir, el-Bidâye, VIII, 109).
Bu itiraza şöyle cevap verilir: Ebû Hureyre'nin İslâm'a girişinin hicretin 7. yılına kadar geciktiği dikkate alınırsa, Hz. Peygamber'in pekçok hadisini ondan duymadığı ortaya çıkar. Bu durum, onun hadis bilgisini tamamlayabilmesi için, Hz. Peygamber'den duymuş olan sahâbîlerden almasını gerektiriyordu. Onun bu hali, ya dünyevi meşguliyetlerinden dolayı, ya da yaşlarının küçük olması, yahut da sonradan müslüman olmaları gibi sebeplerle Hz. Peygamber'in meclislerinde bulunmayan diğer sahâbîlerin durumuyla aynıdır. Humeyd'den gelen şu haber de bunu teyid eder: "Biz Enes b. Mâlik'in yanında idik. Bize şöyle dedi: Vallahi size Hz. Peygamber'den naklettiğimiz hadislerin hepsini bizzat kendisinden duymuş değiliz. Fakat (hadisi duyan duymayana naklederdi) biz de birbirimizi yalanlamazdık" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mısır 1313, IV, 283; M. Ebû Zehv, a.g.e., 157).
Hadisi duyan ve diğerlerine nakleden sahâbînin isminin zikredilmemesini tedlis saymak uygun değildir. Zira ehli sünnet âlimlerinin ittifakıyla sahâbenin hepsi âdildir. Âlimlerin, mürsel hadisi delil kabul etmek hususundaki ihtilâfı, ismi zikredilmeyen râvinin durumunun bilinmeyişi sebebiyledir. İbnu's-Salâh bu hususta şöyle der: "İbn Abbâs ve benzeri yaşça küçük sahâbîlerin Hz. Peygamber'den işitmedikleri halde ondan rivâyet ettikleri mürsel hadisler, mevsûl ve müsned hükmündedir. Çünkü onlar bu hadisleri sahâbîlerden almışlardır. Bir sahâbînin kim olduğunun bilinmemesi, hadisin sıhhatine zarar vermez. Çünkü sahâbîlerin tamamı âdildir" (İbnu's-Salâh, Mukaddime, Mısır 1326, 22). Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Ebû Hureyre'den hiçbir yalan çıkmış değildir. Zira bu tür mürsel hadislerde Ebû Hureyre, "Rasûlullah'ın şöyle dediğini işittim, ya da şöyle yaptığını gördüm" demiyor; aksine, "Rasûlullah şöyle buyurdu veya şöyle yapmıştır" gibi ifadeler kullanıyordu. Burada onun tedlis yaptığı da söylenemez. Çünkü adını zikretmediği sahâbeden biridir ve sahâbînin âdil olduğuna dair icmâ vardır (M. Ebû Zehv, a.g.e., s.158).
Bir başka itiraz: Hz. Ömer, Ebû Hureyre'yi hadis rivâyetinden alıkoymuş ve ona, "Ya Hz. Peygamber'den hadis rivâyetini bırakırsın, ya da seni Devs topraklarına sürerim" demiştir (İbn Kesir, el-Bidâye, VIII, 106; M. Ebû Zehv, a.g.e., 159). Ömer'in bu tutumu Ebû Hureyre'nin yalan söylediğini göstermektedir.
Buna şöyle cevap verilmiştir: Ebû Hureyre, Hz. Peygamber'den naklettiği hadisleri halka öğretmeyi, ilmi gizlemenin günahındân kurtulmak için, kendisine bir görev sayıyordu (Buhâri, İlim, 43). Bu anlayış onu çok hadis rivâyet etmeye sevketti. Bir tek mecliste bile Hz. Peygamber'in birçok hadisini naklederdi. Fakat Hz. Ömer, halkın herşeyden önce Kur'ân ile meşgul olmasını, amelle ilgili olanların dışında kalan hadisleri az rivâyet etmelerini, halkı yersiz bir tevekküle götürecek ruhsat hadisleriyle, halkın anlayamayacağı müşkil hadisleri halka rivâyet etmeyi uygun görmüyordu. Bu arada, çok hadis rivâyet edenlerin, rivâyet sırasında hata yapabileceklerinden ve benzeri şeylerden de endişe ediyordu. Bütün bu sebeplerle, Hz. Ömer sahâbîleri çokça hadis rivâyet etmekten alıkoymuş, Ebû Hureyre'ye de ağır konuşmuş ve onu Devs'e sürmekle tehdid etmiştir. Çünkü Sahâbe içerisinde en çok hadis rivâyet eden oydu. İbn Kesir bunu naklettikten sonra şöyle der: "Bildirildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) daha sonra Ebû Hureyre'nin hadis nakletmesine izin vermiştir (İbn Kesir, a.g.e., VIII, 106; M. Ebu Zehv, a.g.e., 159).
Bir başka menfî tenkid: Ebû Hureyre'nin diğer sahâbîlerden daha çok hadis rivâyet etmesini sağlayan şey, Hz. Peygamber söylesin veya söylemesin, helâl ve haramla ilgili olmayan, fakat güzel ahlâka teşvik, cennet ve cehennem haberleri gibi bütün güzel sözleri ona isnad etmeyi kendine câiz görmesidir. Onun bu konudaki dayanağı şu hadislerdir: "Benden size hakka uygun bir söz ulaştığında, ben onu ister söylemiş olayım isterse olmayayım, onu alınız' "Benim söylemediğim fakat benden size ulaştırılan güzel bir sözü, ben söylemişimdir" (M. Ebû Zehv, a.g.e., 160).
Buna verilen cevap şudur: Geç müslüman olmasına rağmen Ebû Hureyre'nin çok hadis rivâyet etmesi, onların ileri sürdükleri sebeplere bağlanamaz. Bunun asıl sebebi, dünyadan el-etek çekip Hz. Peygamber'in toplantılarına katılması, savaşta ve savaş dışında onun yanından ayrılmaması, hadisleri unutmaması için Hz. Peygamber'in duasını alması, Hz. Peygamber'in vefâtından sonra elli yıl kadar daha yaşaması ve duymadığı hadisleri diğer sahâbîlerden alarak insanlara rivâyet etmesidir (A.g.e. ve yer). Helâl ve haram dışındaki konularda Hz. Peygamber'e yalan isnad etmesini kendisi için câiz görmesi iddiası da geçersizdir. Çünkü o, "Kim bilerek bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerine hazırlansın" hâdisinin râvîlerinden biridir. Birçok toplantılarında hadis rivâyet etmek istediğinde bu hadisi zikrettiği sâbittir. Sahâbiler, onun hadis rivâyetindeki üstünlüğünü kabul ettiler ve ondan hadis naklettiler. Hz. Ömer, Osman, Talha, İbn Abbâs, Âişe, Abdullah b. Ömer ve diğerleri (r.anhum) bunlardandır (Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e., III, 513; İbn Kesir, a.g.e., VIII, 108). Bu da onların, Ebû Hureyre'nin güvenilirliği ve doğruluğu hususunda ittifak ettiklerini gösterir. Diğer taraftan, Ebû Hureyre'nin rivâyet ettiği hadislerin çoğunun, başka sahâbîler tarafından da nakledildiği görülür (M. Ebû Zehv, a.g.e., 160, 161).
Ebû Hureyre'nin dayandığını ileri sürdükleri hadislere gelince, bu hadisleri Ebû Hureyre rivâyet etmemiştir. Aksine bunlar onun adına uydurulmuş sözlerdir. Bu hususta İbn Hazm şöyle demiştir: "Allah'tan korkmaz bazı insanlar birtakım hadisler rivâyet ettiler. Bunların bazısı İslâm'ın temel prensiplerini geçersiz kılmakta, bazıları da Hz. Peygamber'e yalan isnat etmeyi mübah saymaktadır. " İbn Hazm bu iki hadisi de, râvîlerinin çok zayıf olmasından ötürü geçersiz saymaktadır (İbn Hazm, el-İhkâm fî Usûli'l-Ahkâm, Mısır 1345, II, 76, 78, 80; M. Ebû Zehv, a.g.e., 161, 162).
Macar asıllı ünlü müsteşrik yahudi İgnaz Goldziher de Ebû Hureyre'nin hadis uydurduğunu ve bunda hayli ileri gittiğini ileri sürmüştür. Böyle bir tenkid tümüyle bâtıldır, geçersizdir ve hiçbir haklı tarafı yoktur. Buhâri'nin söylediği gibi Ebû Hureyre'den sekizyüz âlim hadis rivâyet etmiştir. O, sahâbe ve muhaddisler nazarında son derece güvenilir yüce bir şahsiyettir. İbn Ömer şöyle demiştir: "Ebu Hureyre benden daha hayırlı ve naklettiğini daha iyi bilendir." Cennet'le müjdelenenlerden biri olan Talha b. Ubeydullah da: "Şüphe yok ki Ebû Hureyre Hz. Peygamber'den bizim işitmediğimiz hadisleri işitmiştir" demiştir (el-Hâkim en-Nisâbûrî, a.g.e, III, 511, 512). Mervan'ın sekreteri Ebû Zualza'a da Ebû Hureyre'nin hadis rivâyetinde ne derece güçlü olduğunu gösteren şu haberi nakleder: "Mervan, Ebû Hureyre'yi Saray'da hadis rivâyet etmek için dâvet etmişti. Mervan beni divanın arkasına oturtmuştu ve ben de Ebû Hureyre'nin naklettiklerini gizlice yazıyordum. Ertesi yıl yine onu dâvet etti ve ondan hadis rivâyet etmesini istedi. Bana da bir yıl önceki yazdıklarımdan takip etmemi tenbih etti. Neticede, onun bir tek kelime bile değişiklik yapmadan rivâyet ettiğini gördüm (İbn Kesir, a.g.e., III, 106; M. Ebû Zehv, a.g.e., 162-164).
Ebû Hureyre 78 yıl yaşadıktan sonra Hicrî 57/676 yılında Medine'de vefât etmiştir.