Sıcaklar iyiden iyiye bastırmış, insanlar şehirlerden, şehirler insanlardan bıkar hale gelmişti. Ömer ve Hale tatillerini köylerinde geçirmek istiyordu. Okul kapanınca valizlerini hazırlamaya başlamışlardı bile…
Dayıları onları yayladaki yazlık evlerine davet etmiş, onlarda zevkle bu daveti kabul etmişlerdi. Ve nihayet o gün gelip çatmış; heyecanla bekledikleri köylerine kavuşmuşlar dayı ve yeğenler hasretle kucaklaşıp hasbihal ettikten sonra herkes odalarına çekilmişti. Ama Ömer ve Hale’yi bir türlü uyku tutmuyordu.Hale – Haydi ağabey, biraz balkona çıkıp dışarıyı seyredelim, dedi.
Balkona çıktıklarında sokak ışıkları olmamasına rağmen etraf aydınlıktı. Şehrin ışık kirliliğinden dolayı belki de nadiren görülebilecek harikulade bir manzara vardı. Dolunay tüm ihtişamıyla gökyüzündeki en güzel yerini almış, yıldızlar da adeta donanma lambaları gibiydiler.
Hale – Aaa bak ağabey! bu gece dolunay var, yıldızlar da ne güzel parlıyor ama bu yıldızların çoğunu bilmiyorum. Öğretmenim en parlak yıldızın Venüs olduğunu söyledi. Şu şerit gibi uzanan Samanyolu galaksisi olmalı, Samanyolu salyangoza benziyormuş öylemi ağabey?
- Ben de böyle duymuştum ama şu an fark edilmiyor. Gözünü sıkıca kapat bir müddet bekle daha çok yıldız göreceksin. (Ağabey kardeş bir müddet bu oyunu oynamaya dalmışlardı) .
Ömer - Hale Rabbimiz dünya evimize ne güzel tavan yapmış şeffaf ama bir kalkan gibi sağlam. Rabbimiz sağlam olsun diye sert taşlarla döşememiş Eğer öyle olsaydı bu manzaraları seyredemezdik. Rabbimiz Onu “Koruyucu bir tavan yapmış” Din dersi hocamız bu ayeti bize anlatmıştı. Yani gökyüzündeki tabakalar bizi gök taşlarından ve güneşin zararlı ışıklarından koruyor.
Hale - Ağabey Kur’ân fen dersi mi anlatıyor ben bilmiyordum. Öğretmenim bize Kur’ân’ın sadece ibâdetten bahsettiğini söylemişti.
Ömer – Ben de böyle biliyordum ama bunu hocama sorduğumda bana şöyle açıklamıştı. “Bütün ilimler Rabbimizin koyduğu ilimlerden ibarettir. İnsanlar bu kanunları keşfetmeden öncede Dünya, yıldızlar, galaksiler aynı vazifelerini yapıyorlardı.” Hale birden sıçradı “işte bak! bir yıldız kaydı”, dedi
Ömer -Hocam bunu da anlatmıştı gökyüzünden haber çalmak isteyen şeytanlara melekler yıldızları bir taş gibi atıp onları kovarlarmış.
Hale - Ağabey melekler bu kadar büyük yıldızları nasıl bir taş gibi atabiliyorlar ki?
Ömer – Allah’ın ordusu o kadar güçlü ki en küçük mermileri yıldızlar kadar küçük. İşte bu hadise Rabbimizin büyüklüğünün bir delilidir.
Hale - Ağabey öğretmenimiz bize Jüpiter’den bahsetti, çok büyük bir gezegenmiş ve eğer Jüpiter’in bulunduğu yerde bu büyüklükte gezegen olmasaydı dünya meteorlara ve kuyruklu yıldızlara bin kat daha hedef olacakmış. Yani Jüpiter olmasaymış biz olmayacakmışız. Bunu duyduğumda düşünmüştüm, Jüpiter neden bizim için böyle bir fedakarlık yapsın. Çünkü onun aklı ve duyguları yok.
Ömer - Jüpiter’e bu fedakarlığı yaptıran Cenâb-ı Hakkın merhametidir. Allah’ın varlığını inkar edenler elbette bu cansız mahlukları akıllı ve merhametli farz etmek zorundadır bu da aslında imkansızdır. İnsanı yaratan bu dengeleri koymuş ve bütün mahlukları insanın hayatı için hizmetkar etmiştir ve insanı da en güzel surette yaratıp bu sırları çözmesi için Peygamberler göndermiştir. Bir gün biz arkadaşlarla bir oyun oynadık ve her birimiz bir gezegen, yıldız ve güneş yerine geçmiştik, yavaş yavaş kendi eksenimiz ve sonra güneş olan arkadaşın etrafında dönmeye başladık bir müddet sonra düzenimiz bozulmuş birbirimize çarpmıştık. Bu bize büyük bir ders olmuştu.
Hale - Demek ki düzenli hareket eden bu cisimler sizden daha akıllı ağabey. Tabi ki bu çok komik bir hayal. İnsan en akıllı olduğu halde bu işleri karıştırıyorsa onlar nasıl yapabilirler.
Ömer - Onları sonsuz güç sahibi Allah’ın askerleri olarak görmezsek her birinin matematik, fen, geometri gibi ilimleri bilen, büyük güç sahibi, birbirleriyle de çok iyi geçinen ve kavga etmeyen, topyekûn birlikte hareket eden cisimler olduklarını farz etmek gerekir.
Hale – Bu da imkansızdır değil mi?
Ömer - İşte cevabı kendimiz bulduk Hale. İnsan kainata bakınca Rabbini buluyor.
Hale - Bu gökyüzünün manzarasını kameraya alıp arkadaşlarıma göstereceğim ve artık Jüpiter’e değil Allah’a teşekkür edeceğim.
Dayıları onları yayladaki yazlık evlerine davet etmiş, onlarda zevkle bu daveti kabul etmişlerdi. Ve nihayet o gün gelip çatmış; heyecanla bekledikleri köylerine kavuşmuşlar dayı ve yeğenler hasretle kucaklaşıp hasbihal ettikten sonra herkes odalarına çekilmişti. Ama Ömer ve Hale’yi bir türlü uyku tutmuyordu.Hale – Haydi ağabey, biraz balkona çıkıp dışarıyı seyredelim, dedi.
Balkona çıktıklarında sokak ışıkları olmamasına rağmen etraf aydınlıktı. Şehrin ışık kirliliğinden dolayı belki de nadiren görülebilecek harikulade bir manzara vardı. Dolunay tüm ihtişamıyla gökyüzündeki en güzel yerini almış, yıldızlar da adeta donanma lambaları gibiydiler.
Hale – Aaa bak ağabey! bu gece dolunay var, yıldızlar da ne güzel parlıyor ama bu yıldızların çoğunu bilmiyorum. Öğretmenim en parlak yıldızın Venüs olduğunu söyledi. Şu şerit gibi uzanan Samanyolu galaksisi olmalı, Samanyolu salyangoza benziyormuş öylemi ağabey?
- Ben de böyle duymuştum ama şu an fark edilmiyor. Gözünü sıkıca kapat bir müddet bekle daha çok yıldız göreceksin. (Ağabey kardeş bir müddet bu oyunu oynamaya dalmışlardı) .
Ömer - Hale Rabbimiz dünya evimize ne güzel tavan yapmış şeffaf ama bir kalkan gibi sağlam. Rabbimiz sağlam olsun diye sert taşlarla döşememiş Eğer öyle olsaydı bu manzaraları seyredemezdik. Rabbimiz Onu “Koruyucu bir tavan yapmış” Din dersi hocamız bu ayeti bize anlatmıştı. Yani gökyüzündeki tabakalar bizi gök taşlarından ve güneşin zararlı ışıklarından koruyor.
Hale - Ağabey Kur’ân fen dersi mi anlatıyor ben bilmiyordum. Öğretmenim bize Kur’ân’ın sadece ibâdetten bahsettiğini söylemişti.
Ömer – Ben de böyle biliyordum ama bunu hocama sorduğumda bana şöyle açıklamıştı. “Bütün ilimler Rabbimizin koyduğu ilimlerden ibarettir. İnsanlar bu kanunları keşfetmeden öncede Dünya, yıldızlar, galaksiler aynı vazifelerini yapıyorlardı.” Hale birden sıçradı “işte bak! bir yıldız kaydı”, dedi
Ömer -Hocam bunu da anlatmıştı gökyüzünden haber çalmak isteyen şeytanlara melekler yıldızları bir taş gibi atıp onları kovarlarmış.
Hale - Ağabey melekler bu kadar büyük yıldızları nasıl bir taş gibi atabiliyorlar ki?
Ömer – Allah’ın ordusu o kadar güçlü ki en küçük mermileri yıldızlar kadar küçük. İşte bu hadise Rabbimizin büyüklüğünün bir delilidir.
Hale - Ağabey öğretmenimiz bize Jüpiter’den bahsetti, çok büyük bir gezegenmiş ve eğer Jüpiter’in bulunduğu yerde bu büyüklükte gezegen olmasaydı dünya meteorlara ve kuyruklu yıldızlara bin kat daha hedef olacakmış. Yani Jüpiter olmasaymış biz olmayacakmışız. Bunu duyduğumda düşünmüştüm, Jüpiter neden bizim için böyle bir fedakarlık yapsın. Çünkü onun aklı ve duyguları yok.
Ömer - Jüpiter’e bu fedakarlığı yaptıran Cenâb-ı Hakkın merhametidir. Allah’ın varlığını inkar edenler elbette bu cansız mahlukları akıllı ve merhametli farz etmek zorundadır bu da aslında imkansızdır. İnsanı yaratan bu dengeleri koymuş ve bütün mahlukları insanın hayatı için hizmetkar etmiştir ve insanı da en güzel surette yaratıp bu sırları çözmesi için Peygamberler göndermiştir. Bir gün biz arkadaşlarla bir oyun oynadık ve her birimiz bir gezegen, yıldız ve güneş yerine geçmiştik, yavaş yavaş kendi eksenimiz ve sonra güneş olan arkadaşın etrafında dönmeye başladık bir müddet sonra düzenimiz bozulmuş birbirimize çarpmıştık. Bu bize büyük bir ders olmuştu.
Hale - Demek ki düzenli hareket eden bu cisimler sizden daha akıllı ağabey. Tabi ki bu çok komik bir hayal. İnsan en akıllı olduğu halde bu işleri karıştırıyorsa onlar nasıl yapabilirler.
Ömer - Onları sonsuz güç sahibi Allah’ın askerleri olarak görmezsek her birinin matematik, fen, geometri gibi ilimleri bilen, büyük güç sahibi, birbirleriyle de çok iyi geçinen ve kavga etmeyen, topyekûn birlikte hareket eden cisimler olduklarını farz etmek gerekir.
Hale – Bu da imkansızdır değil mi?
Ömer - İşte cevabı kendimiz bulduk Hale. İnsan kainata bakınca Rabbini buluyor.
Hale - Bu gökyüzünün manzarasını kameraya alıp arkadaşlarıma göstereceğim ve artık Jüpiter’e değil Allah’a teşekkür edeceğim.