Müslümanlar olarak herhangi bir konuyu gündeme getirirken ya da bir düşünce ortaya atarken öncelikle gözetmemiz gereken temel hususlar ve ilkeler vardır. Bu ilkeler arasında ilk elde şunları zikredebiliriz;
1- Yüce Allah'ın kitabında haber verdiği açık ilke ve inançları (muhkemiyatı) keyfi algılama ve yorumlara meyletmeden bildirildiği yalın haliyle benimsemek,
2- Tarihte çoklarının içerisine düştüğü, gayb söz konusu olduğunda Kur'ani haberlerle yetinmek yerine gaybı taşlama hastalığına düşmekten titizlikle uzak durmak,
3- Rabbimizin peygamberlerin mücadeleleri ve bu mücadeleler çerçevesindeki bazı mucizevi hadiseler ve gelip-geçmiş toplumlarla ilgili bildirdiği haberleri, bildirildiği yalın haliyle algılayıp benimsemek,
4- Bunun yerine, bu haberleri modern aklın algılayıp kabul edebileceği bir kıvama getirmek adına onları sembol mefhumuyla algılama ve açıklamaya çalışmanın, İslam’ın yol gösterici apaçık bir din olmak yerine, bir bilmece-bulmaca dini olduğu izlenimini doğuracak çapta tehlikeli bir yaklaşım olduğunu bilmek,
5- Açık, berrak ve mübin olan, insanları karanlıklardan aydınlıklara iletmek üzere gönderilen dupduru, yapyalın hayat dinini, anlaşılması güç spekülatif felsefi/kelami yorumlara konu etmenin, bu dinin hayata hakim olmasını arzu ve talep eden Müminlerin mutlaka kaçınması gereken önemli bir sapma olduğunu kavramak.
Bu temel hatırlatmalardan sonra, Kur’ani haberlerin sembolizmle açıklanmaya çalışıldığı iki yazıdan birkaç cümle alıntılayıp, değerlendirmesini yapmak istiyorum. İlk olarak İhsan Eliaçık’ın “Yol kenarında bir dikilitaş” başlıklı yazısından alıntı yapalım:
“…Şu halde eski çağlarda yaşayan kimi peygamberler ile ilgili Kur’an’da geçen “kuşların, karıncaların, cinlerin ve rüzgarlı gemilerin emrine verilmesinin, balığın yutmasının” vs. ne demek olduğu anlaşılabilir.
Bu okumaya göre örneğin Süleyman kıssasında anlatılan şu olur: Hz. Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Doğuda Babil (cin), kuzeyde Hitit (kuş, kartal), güneyde Sebe Krallığı (karınca) ve Akdeniz’de Fenikeliler (rüzgarlı gemi) onun hakimiyeti altına girmişti. Böylece bütün bölgeyi bir evrensel adalet ve barış yurdu haline getirmişti… Süleyman kıssasının ana teması ve mesajı kanaatimce budur.
Keza bu okumaya göre örneğin Hüdhüd, Hitit’den gelip Süleyman’ın ordusuna katılan bir subayın lakabıydı. Çünkü Hititler ordu birliklerine ve kimi askerlerine sembolleri olduğu için kuş lakapları takmaktaydılar: kartal, şahin, atmaca vs…
Hüdhüd de onlardan biriydi. Hüdhüd (Hititli subay) taht yapımında ustaydı. Göz açıp kapayıncaya kadar (bir çırpıda, hemen, hızlı bir şekilde) Belkis’ın tahtını yapabileceğini (getirebileceğini) söylemiş ve çok kısa bir sürede de yapmıştı. Hüdhüd adında (lakabında) şaşılacak bir şey yok. Çünkü bugün bile hala canavar, leopar, kaplan, çakal, asena, çekirge vs. lakaplarını duymuyor musunuz?
Bindiğiniz arabalara bakın çoğu hala hayvan ismi: kartal, şahin, serçe… Tuttuğunuz takımlara bakın çoğu hala kuş ismi: kara kartallar, sarı kanaryalar… İşte bu kültür oradan geliyor. İnsanlıkta hala yaşıyor. Ama odönmelerde daha dini-siyasi anlam ve önemleri vardı. Bir devlet, birülke hatta bir millet tümden kendini bir hayvan sembolüyle ifade ediyordu…
İşte özellikle Hz. Süleyman ve Hz. Yunus dönemleri anlatırken kuşlarla konuşması, karıncaların üzerine yürümesi, yelkenli gemileri emrine alması, cinleri mabet yapımında çalıştırması, balık tarafından kapıların ardına kapatılması (yutulması) olaylarının da böyle olduğu anlaşılıyor.
Yani bunların çoğu söz konusu hayvanları kendine sembol alarak kabul eden civardaki devlet ve krallıklardan ve onların askerlerinden/insanlarından başka bir şey değildi…
Örneğin “balık” da, Asurluların sembolüydü. Su tanrısı Enki’nin simgesi olarak görülüyordu. Asur kralının tacında, mühründe, asasında, bastırdığı paralarda hep balık figürleri var. Ülkenin her yanı Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri gibi balık figür ve heykelleri ile doluydu. Bugün bile Süryani (Asurî) rahipler boynuna balık resim ve armaları asıyor. Asur’un başkenti Ninova’nın cezaevi kapısında da büyükçe bir balık figürü vardı. Hz. Yunus oraya girmişti. Irmaktaki balığın karnına değil…”
Konuyla ilgili diğer yazı ise, Erdem Sadi Yargıcı imzası taşıyan “Kur'an Kıssaları I: Süleyman ve Belkıs” başlıklı yazı. Şu cümleler de o yazıdan:
“… Derdimi şöyle anlatmaya başlayayım: TAYR kuş demektir. Ve Süleyman’a kuşların dili öğretilmiştir. Elimdeki klasik döneme ait bir etimoloji sözlüğüne (Isfahani’nin el-Müfredat’ı) baktığımda şunu gördüm: Bedevi Araplar geleceğe dair spekülasyonlar yapan insanlara TAYR yani kuş diyorlardı. O halde TAYR derken kastedilen açık seçik STRATEJİSYEN olmuyor muydu? Yani hüdhüd iki kanatlı bir kuş olmaktan öte bir stratejisyendi. Ve Süleyman’a esas öğretilen kuşların dili değil, STRATEJİSYEN MANTIĞI’ydı. Şaşırtıcılığı arttıran husus şudur: NEML, yani karınca, yedinci asır Araplarında gizli gizli haber getirip götüren insanları, yani CASUSları niteliyordu. Yani o kıssadaki karınca gerçek bir CASUS oluyordu. Ve Süleyman ordusuyla CASUSLAR VADİSİ’nden geçince korkuya kapılıp hepsi bir kenara saklanıyordu…”
Görüldüğü gibi her iki yazıda da aynı mantık hakim. Kur’an’da haber verilen Peygamberlerin mücadeleleri çerçevesindeki olağanüstü hadiseler Rabbimizin açık ve yalın olarak haber verdiği haliyle değil de son derece zorlama yorumlar eşliğinde sembollerle açıklanmaya çalışıyor, ortaya atılan tezlere dayanak bulunmak adına kırk dereden su getiriliyor!
Erdem Sadi Yargıcı’yı tanımam/bilmem. Lakin, uzun yıllar İslami mücadele içerisinde bulunmuş, eserler vermiş, mecmualar neşretmiş ve zaman zaman manifesto niteliğinde önemli yazılar kaleme alan bir düşünce adamı olan İhsan Eliaçık’ın “İstanbul’daki bir dikilitaş”tan ve onun üzerindeki hayvan figürlerinden yola çıkıp, Yunus (a.s.)’ın aslında balık tarafından yutulmayıp, Asurlular’ın hapishanesine düştüğünü, Kur’an’da haber verilen Hüdhüd’ün aslında Hititli bir subay olduğunu vs ileri sürecek derecede bir senaryo oluşturması doğrusu beni epey şaşırttı. Son dönemde tarihselcilik de dahil modernist yaklaşımların etkisine girdiğini gözlemlediğimiz İhsan Eliaçık’ın bahse konu yazısı açıkçası film senaristlerini kıskandıracak bir senaryo niteliğe sahip!
Efendim, balık Asurluların sembolüymüş ya, su tanrısı Enki’nin simgesi olarak görülüyormuş ya, Asur kralının tacında, mühründe, asasında, bastırdığı paralarda hep balık figürleri varmış ya, ülkenin her yanı Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri gibi balık figür ve heykelleri ile doluymuş ya, bugün bile Süryani (Asurî) rahipler boyunlarına balık resim ve armaları asıyormuş ya. Asur’un başkenti Ninova’nın cezaevi kapısında da büyükçe bir balık figürü varmış ya, dolayısıyla Hz. Yunus’un balık tarafından yutulduğundan kasıt aslında o Asur hapishanesine girmesiymiş…
Diğer yazının sahibi de farklı bir yaklaşım sergilemiyor. Tayr kuş demekmiş ya, Süleyman (a.s.)’a kuşların dili öğretilmiş ya, Bedevi Araplar geleceğe dair spekülasyonlar yapan insanlara tayr yani kuş diyorlarmış ya, o halde Hz. Süleyman kıssasında tayr derken kastedilen açık seçik stratejisyen olmuyor muymuş…
Kur’an’ın apaçık haberlerini modern aklın algılayıp kabul edebileceği bir kıvama getirmek için ne büyük bir efor sarf edildiğini görüyorsunuz değil mi? Film senaryolarına taş çıkartacak kurgular eşliğinde Kur’an haberleri modern insanın algısına tabi kılınmaya çalışılmış.
Zihnin ve kalbin freni boşalmaya görsün… Nereye doğru yol alacağı, neleri ezip geçeceği, nerelere toslayacağı kestirilemez. İşte alıntılar yaptığımız iki yorum da böyle bir fren boşalmasının ürünü. Rabbimiz Yunus (a.s.) ile ilgili olarak apaçık “onu balık yuttu” diyor, yazarımız kırk dereden su getirip bunun aslında “Asurların hapishanesine atılması” anlamına geldiğini, balığın orada sembol olduğunu söylüyor! Rabbimiz apaçık “Süleyman’a kuş dili öğretildi” diye buyuruyor, bir başkası kalkıp kuştan kastın stratejiysen, yine o kıssada söz konusu edilen karıncalardan kastın da casuslar olduğunu öne sürüyor!
Şimdi bu zorlama yorumların sahiplerine sormak lazım:
Rabbimiz Kur’an’ı bir bulmaca kitabı olarak mı indirdi? Kur’an bir bilmece-buldurmaca kitabı mıdır? İnsanları aydınlatmak, doğru anlayış ve amelle donatmak için mi, yoksa onları gizemli metinlerle baş başa bırakmak ve sembol çözümüne mahkum kılmak için mi inzal olmuştur Kur’an?
Yusuf (a.s.)’ın zindana düştüğünü bildiren Rabbimiz, söz Yunus (a.s.)’a gelince zindan demiyor da, ancak 14 asır sonra bir yazarın keşfedebileceği sembolik ve şifreli bir dil kullanıp zindan yerine “balık” diyor öyle mi! Yapmayın Allah aşkına, sınırları bu kadar zorlamayın…
Kur’an’da tabii ki birçok edebi sanata yer verildiği gibi sembolik anlatıma da yer verilmiştir. Mesela “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.” (Fetih 48/10) ayetinde bu tür bir anlatım söz konusudur. Buradaki “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir” ifadesinden kastın “Allah’ın desteği onlarla beraberdir” anlamı olduğunu baştan beri Müslümanların çoğunluğu ifade etmiştir. Zira buradaki sembolik anlatım belirgindir, kırk dereden su getirmeye muhtaç değildir. Lakin, yukarıda alıntılar yaptığımız yazılarda ortaya konan yaklaşımlarda görüldüğü gibi dananın altında buzağı aramak misali her ayetin altında bir sembolik anlatım aramak, Kur’an’ın açık ve yalın haberlerini çözümü çetrefilli bulmacaya dönüştürmek kabul edilebilir bir tutum değildir.
Yazıma Rabbimizin şu beyanıyla son veriyorum:
"Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve: "Onlar arasında hiçbir ayırım yapmayız" diyerek Peygamberlerine iman ettiler ve: "İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz! Dönüş sanadır" dediler." (Bakara 2/285)
1- Yüce Allah'ın kitabında haber verdiği açık ilke ve inançları (muhkemiyatı) keyfi algılama ve yorumlara meyletmeden bildirildiği yalın haliyle benimsemek,
2- Tarihte çoklarının içerisine düştüğü, gayb söz konusu olduğunda Kur'ani haberlerle yetinmek yerine gaybı taşlama hastalığına düşmekten titizlikle uzak durmak,
3- Rabbimizin peygamberlerin mücadeleleri ve bu mücadeleler çerçevesindeki bazı mucizevi hadiseler ve gelip-geçmiş toplumlarla ilgili bildirdiği haberleri, bildirildiği yalın haliyle algılayıp benimsemek,
4- Bunun yerine, bu haberleri modern aklın algılayıp kabul edebileceği bir kıvama getirmek adına onları sembol mefhumuyla algılama ve açıklamaya çalışmanın, İslam’ın yol gösterici apaçık bir din olmak yerine, bir bilmece-bulmaca dini olduğu izlenimini doğuracak çapta tehlikeli bir yaklaşım olduğunu bilmek,
5- Açık, berrak ve mübin olan, insanları karanlıklardan aydınlıklara iletmek üzere gönderilen dupduru, yapyalın hayat dinini, anlaşılması güç spekülatif felsefi/kelami yorumlara konu etmenin, bu dinin hayata hakim olmasını arzu ve talep eden Müminlerin mutlaka kaçınması gereken önemli bir sapma olduğunu kavramak.
Bu temel hatırlatmalardan sonra, Kur’ani haberlerin sembolizmle açıklanmaya çalışıldığı iki yazıdan birkaç cümle alıntılayıp, değerlendirmesini yapmak istiyorum. İlk olarak İhsan Eliaçık’ın “Yol kenarında bir dikilitaş” başlıklı yazısından alıntı yapalım:
“…Şu halde eski çağlarda yaşayan kimi peygamberler ile ilgili Kur’an’da geçen “kuşların, karıncaların, cinlerin ve rüzgarlı gemilerin emrine verilmesinin, balığın yutmasının” vs. ne demek olduğu anlaşılabilir.
Bu okumaya göre örneğin Süleyman kıssasında anlatılan şu olur: Hz. Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Doğuda Babil (cin), kuzeyde Hitit (kuş, kartal), güneyde Sebe Krallığı (karınca) ve Akdeniz’de Fenikeliler (rüzgarlı gemi) onun hakimiyeti altına girmişti. Böylece bütün bölgeyi bir evrensel adalet ve barış yurdu haline getirmişti… Süleyman kıssasının ana teması ve mesajı kanaatimce budur.
Keza bu okumaya göre örneğin Hüdhüd, Hitit’den gelip Süleyman’ın ordusuna katılan bir subayın lakabıydı. Çünkü Hititler ordu birliklerine ve kimi askerlerine sembolleri olduğu için kuş lakapları takmaktaydılar: kartal, şahin, atmaca vs…
Hüdhüd de onlardan biriydi. Hüdhüd (Hititli subay) taht yapımında ustaydı. Göz açıp kapayıncaya kadar (bir çırpıda, hemen, hızlı bir şekilde) Belkis’ın tahtını yapabileceğini (getirebileceğini) söylemiş ve çok kısa bir sürede de yapmıştı. Hüdhüd adında (lakabında) şaşılacak bir şey yok. Çünkü bugün bile hala canavar, leopar, kaplan, çakal, asena, çekirge vs. lakaplarını duymuyor musunuz?
Bindiğiniz arabalara bakın çoğu hala hayvan ismi: kartal, şahin, serçe… Tuttuğunuz takımlara bakın çoğu hala kuş ismi: kara kartallar, sarı kanaryalar… İşte bu kültür oradan geliyor. İnsanlıkta hala yaşıyor. Ama odönmelerde daha dini-siyasi anlam ve önemleri vardı. Bir devlet, birülke hatta bir millet tümden kendini bir hayvan sembolüyle ifade ediyordu…
İşte özellikle Hz. Süleyman ve Hz. Yunus dönemleri anlatırken kuşlarla konuşması, karıncaların üzerine yürümesi, yelkenli gemileri emrine alması, cinleri mabet yapımında çalıştırması, balık tarafından kapıların ardına kapatılması (yutulması) olaylarının da böyle olduğu anlaşılıyor.
Yani bunların çoğu söz konusu hayvanları kendine sembol alarak kabul eden civardaki devlet ve krallıklardan ve onların askerlerinden/insanlarından başka bir şey değildi…
Örneğin “balık” da, Asurluların sembolüydü. Su tanrısı Enki’nin simgesi olarak görülüyordu. Asur kralının tacında, mühründe, asasında, bastırdığı paralarda hep balık figürleri var. Ülkenin her yanı Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri gibi balık figür ve heykelleri ile doluydu. Bugün bile Süryani (Asurî) rahipler boynuna balık resim ve armaları asıyor. Asur’un başkenti Ninova’nın cezaevi kapısında da büyükçe bir balık figürü vardı. Hz. Yunus oraya girmişti. Irmaktaki balığın karnına değil…”
Konuyla ilgili diğer yazı ise, Erdem Sadi Yargıcı imzası taşıyan “Kur'an Kıssaları I: Süleyman ve Belkıs” başlıklı yazı. Şu cümleler de o yazıdan:
“… Derdimi şöyle anlatmaya başlayayım: TAYR kuş demektir. Ve Süleyman’a kuşların dili öğretilmiştir. Elimdeki klasik döneme ait bir etimoloji sözlüğüne (Isfahani’nin el-Müfredat’ı) baktığımda şunu gördüm: Bedevi Araplar geleceğe dair spekülasyonlar yapan insanlara TAYR yani kuş diyorlardı. O halde TAYR derken kastedilen açık seçik STRATEJİSYEN olmuyor muydu? Yani hüdhüd iki kanatlı bir kuş olmaktan öte bir stratejisyendi. Ve Süleyman’a esas öğretilen kuşların dili değil, STRATEJİSYEN MANTIĞI’ydı. Şaşırtıcılığı arttıran husus şudur: NEML, yani karınca, yedinci asır Araplarında gizli gizli haber getirip götüren insanları, yani CASUSları niteliyordu. Yani o kıssadaki karınca gerçek bir CASUS oluyordu. Ve Süleyman ordusuyla CASUSLAR VADİSİ’nden geçince korkuya kapılıp hepsi bir kenara saklanıyordu…”
Görüldüğü gibi her iki yazıda da aynı mantık hakim. Kur’an’da haber verilen Peygamberlerin mücadeleleri çerçevesindeki olağanüstü hadiseler Rabbimizin açık ve yalın olarak haber verdiği haliyle değil de son derece zorlama yorumlar eşliğinde sembollerle açıklanmaya çalışıyor, ortaya atılan tezlere dayanak bulunmak adına kırk dereden su getiriliyor!
Erdem Sadi Yargıcı’yı tanımam/bilmem. Lakin, uzun yıllar İslami mücadele içerisinde bulunmuş, eserler vermiş, mecmualar neşretmiş ve zaman zaman manifesto niteliğinde önemli yazılar kaleme alan bir düşünce adamı olan İhsan Eliaçık’ın “İstanbul’daki bir dikilitaş”tan ve onun üzerindeki hayvan figürlerinden yola çıkıp, Yunus (a.s.)’ın aslında balık tarafından yutulmayıp, Asurlular’ın hapishanesine düştüğünü, Kur’an’da haber verilen Hüdhüd’ün aslında Hititli bir subay olduğunu vs ileri sürecek derecede bir senaryo oluşturması doğrusu beni epey şaşırttı. Son dönemde tarihselcilik de dahil modernist yaklaşımların etkisine girdiğini gözlemlediğimiz İhsan Eliaçık’ın bahse konu yazısı açıkçası film senaristlerini kıskandıracak bir senaryo niteliğe sahip!
Efendim, balık Asurluların sembolüymüş ya, su tanrısı Enki’nin simgesi olarak görülüyormuş ya, Asur kralının tacında, mühründe, asasında, bastırdığı paralarda hep balık figürleri varmış ya, ülkenin her yanı Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri gibi balık figür ve heykelleri ile doluymuş ya, bugün bile Süryani (Asurî) rahipler boyunlarına balık resim ve armaları asıyormuş ya. Asur’un başkenti Ninova’nın cezaevi kapısında da büyükçe bir balık figürü varmış ya, dolayısıyla Hz. Yunus’un balık tarafından yutulduğundan kasıt aslında o Asur hapishanesine girmesiymiş…
Diğer yazının sahibi de farklı bir yaklaşım sergilemiyor. Tayr kuş demekmiş ya, Süleyman (a.s.)’a kuşların dili öğretilmiş ya, Bedevi Araplar geleceğe dair spekülasyonlar yapan insanlara tayr yani kuş diyorlarmış ya, o halde Hz. Süleyman kıssasında tayr derken kastedilen açık seçik stratejisyen olmuyor muymuş…
Kur’an’ın apaçık haberlerini modern aklın algılayıp kabul edebileceği bir kıvama getirmek için ne büyük bir efor sarf edildiğini görüyorsunuz değil mi? Film senaryolarına taş çıkartacak kurgular eşliğinde Kur’an haberleri modern insanın algısına tabi kılınmaya çalışılmış.
Zihnin ve kalbin freni boşalmaya görsün… Nereye doğru yol alacağı, neleri ezip geçeceği, nerelere toslayacağı kestirilemez. İşte alıntılar yaptığımız iki yorum da böyle bir fren boşalmasının ürünü. Rabbimiz Yunus (a.s.) ile ilgili olarak apaçık “onu balık yuttu” diyor, yazarımız kırk dereden su getirip bunun aslında “Asurların hapishanesine atılması” anlamına geldiğini, balığın orada sembol olduğunu söylüyor! Rabbimiz apaçık “Süleyman’a kuş dili öğretildi” diye buyuruyor, bir başkası kalkıp kuştan kastın stratejiysen, yine o kıssada söz konusu edilen karıncalardan kastın da casuslar olduğunu öne sürüyor!
Şimdi bu zorlama yorumların sahiplerine sormak lazım:
Rabbimiz Kur’an’ı bir bulmaca kitabı olarak mı indirdi? Kur’an bir bilmece-buldurmaca kitabı mıdır? İnsanları aydınlatmak, doğru anlayış ve amelle donatmak için mi, yoksa onları gizemli metinlerle baş başa bırakmak ve sembol çözümüne mahkum kılmak için mi inzal olmuştur Kur’an?
Yusuf (a.s.)’ın zindana düştüğünü bildiren Rabbimiz, söz Yunus (a.s.)’a gelince zindan demiyor da, ancak 14 asır sonra bir yazarın keşfedebileceği sembolik ve şifreli bir dil kullanıp zindan yerine “balık” diyor öyle mi! Yapmayın Allah aşkına, sınırları bu kadar zorlamayın…
Kur’an’da tabii ki birçok edebi sanata yer verildiği gibi sembolik anlatıma da yer verilmiştir. Mesela “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.” (Fetih 48/10) ayetinde bu tür bir anlatım söz konusudur. Buradaki “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir” ifadesinden kastın “Allah’ın desteği onlarla beraberdir” anlamı olduğunu baştan beri Müslümanların çoğunluğu ifade etmiştir. Zira buradaki sembolik anlatım belirgindir, kırk dereden su getirmeye muhtaç değildir. Lakin, yukarıda alıntılar yaptığımız yazılarda ortaya konan yaklaşımlarda görüldüğü gibi dananın altında buzağı aramak misali her ayetin altında bir sembolik anlatım aramak, Kur’an’ın açık ve yalın haberlerini çözümü çetrefilli bulmacaya dönüştürmek kabul edilebilir bir tutum değildir.
Yazıma Rabbimizin şu beyanıyla son veriyorum:
"Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve: "Onlar arasında hiçbir ayırım yapmayız" diyerek Peygamberlerine iman ettiler ve: "İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz! Dönüş sanadır" dediler." (Bakara 2/285)